Kendini değiştirmeyi! UMUT eder insan bazı zamanlarda,
Lakin değişim için şartların oluşması gerekir.
Yaşanmışlıklar ve yorgunluklar sizi değişime iter.
Zaman değişmiş,
Dünya değişmiş,
İş hayatı değişmiş,
İnsanlar değişmiş,
Yaşamayı öğrendiğimiz zaman değişmiş,
Yıllar geçmiş,
Aslında geçen yılların arasında bizde değişmişiz.
Bazılarımız olumlu yönde,
Bazılarımız ise olumsuz bir yönde değişmişiz.
Her insan, hayvanlar ve bitkiler gibidir aslında,
Bir gül ağacına baktığınızda, dikenli bir ağaç görüyoruz.
Lakin çiçekler açtığında, aynı gördüğümüz ağaç;
Bize farklı renklerde güzel kokan çiçekler veriyor.
Bir köpeği yavru iken aldığınızda, diğerlerinden farklı değildir.
Sevimli ufacık, oyuncu bir canlıdır.
Sonra büyümeye sizinle oynarken, tepkiler vermeye başlar.
Sizde eğitmeye çalışırsınız, üstün olan hükmü sağlar ve hayvanın gelişimi buna göre ilerler.
Emre itaat etmeye başlar ve artık kendi fikirleri yoktur.
Sadece emir ve komuta zincirine göre hareket eder.
Eğer uymazsa cezalandırılır, uyduğu sürece ödüllendirilir.
Bir yerde okumuştum!
“Hindistan’da filleri yetiştirmek için, onları küçükken kalın bir zincirle bir kazığa bağlarlarmış. Tabi bu yavru filin zinciri koparabilmesi, kırabilmesi ya da kazığı söküp atabilmesi mümkün değildir. Küçük fil önceleri bundan kurtulmak için tüm gücüyle uğraşır, defalarca dener ama sonucu değiştiremez, özgürlüğüne kavuşamazmış.
Yıllar geçip fil kocaman olur…
Bağlı olduğu kazığın ve zincirin onlarca katına gücü yetmeye başlar. Ama fil asla böyle bir girişimde bulunmaz. Çünkü o özgür olamayacağına inanmıştır. Artık kırılmayan şey, filin zinciri değil inancıdır. Bizler buna psikolojide öğrenilmiş çaresizlik diyoruz.”
Düşüne biliyor’musunuz?
Karada yaşayan en ağır, en güçlü, en büyük canlıyı bile zorunlu eğitim sonucu, psikolojisini bozup itaat etmeye mecbur ediyorlar.
Biz bunun neresindeyiz?
Aslında aileden başlayan sebeplerimiz var.
Mesela!
Koşma düşersin, doktora gideriz iğne yapar.
Erken uyu uyumazsan eğer polis gelir.
Onu yapma Allah baba çarpar.
Hım akşam baban gelsin, sen görürsün.
Bunlar ilk yaşlar, çocuklukta korkular oluştu.
Sonra biraz daha büyüdük, okul zamanları geldi.
Bak şu komşunun çocuğu, bunu yapmış.
Onun kadar olamadın, bir kıyas başlıyor her şey de, sonra kıskançlık duygumuz oluşuyor.
( Aslında burada okuduğum komik bir yazı aklıma geldi. Komşunun çocuğu, sınavda yüz almış.
Çocuğun cevabı: analar ne cevherler doğuruyor be dediğinde terliği kafasına yer) J
Daha sonra, ergenlik zamanları geliyor.
O arkadaşınla görüşme, o kötü.
Bununla görüşme, onun ailesi kötü.
Oraya gitme, bunu yapma, derken asilik duygularını tatmaya başlıyoruz.
İlk kez karşı çıkarsın.
Eğer çok ezilmedinse, çocukluğunda sindirilmedinse karşı çıkarsın.
Sindirilmişsen, aileye bağlıysan, vicdanın el vermez susar özür dilersin.
Bu da bize suçsuzken, suçlu olduğumuzu öğretir ve hep bir suçluluk duygusu beslemeye başlarız.
Hayallerin çoktur ama umudun yoktur olacağından.
Bu bize hayalsiz bir gelecek, sunmaya başlar ve hayallerin olmadığı yerde umutlarında bir değeri kalmaz.
Asilik yaptığınızda!
Yaptığınız her hata, aileniz tarafından eleştirilmeye başlar.
Biz söylemiştik, sen dinlemedin başına bunlar geldi.
Biz söyledik onunla görüşme diye,
Biz söyledik o “kız veya erkek” sana uygun değil diye,
Yaptıklarınızı hiç unutmazlar ve hep eleştirirler; yıllar geçse bile eleştiri bitmez.
Ve eleştirilmeyi öğreniriz.
Yaralarımız hep sıcak kalır ve kanamaya devam eder.
Acılarla yaşamayı öğretir.
Yaranı sarmak için dermana ulaşmayı seçmez, ne ailemiz nede çevremiz.
Sonra dersin gitmem gerek,
Kaçmam gerek,
Bazen bir çözümdür! Kaçmak,
Bazen ise sizi yalnızlığa iter.
Yalnızlık aslında, kararlarınızın arkasında durabilirseniz size kendinizi yeniden şekillendirme yetisi kazandırır.
Ama kararlarınızın arkasında duramazsanız,
Geri döndüğünüzde eleştirilecek yeni şeyler başlar, eskinin üstüne yeni bir sorun yara daha eklenir.
Sonra nasıl olsa sindirilmiş, biri olduğunuzdan aileniz şununla evlen der.
Evlenirsiniz!
Sevmediğiniz, tanımadığınız, hatta bazen hiç konuşmadığınız bir insanla evlenirsiniz.
Karşınızdaki kişide sizin gibi sindirilmiş biri ise, aile arkadaşlar çocuk yapın! der yaparsınız.
Çocuklarınızı nasıl büyüteceğinize, kaç çocuk yapacağınıza, tatile veya gezmeye nereye gideceğinize, hep başkaları karar verir sizde bunları dinlersiniz.
Birde işin diğer kısmı var,
Bir taraf eğer yarı sindirilmiş biri ise kadın veya erkek farketmez.
Yaşadığı herşeyin intikamını sizden alır ve siz sadece susarsınız.
Suçlu olan hep sizsinizdir, kendinizi savunmazsınız.
Sizin isteklerinizin bir değeri yoktur, öncelik ve hep onun istekleri önemlidir.
Siz bir hiçsiniz!
Onun için o da bunları yaşadı ama sizin kadar sindirilmedi.
Birde benim gibi insanlar var hayatta!
Annesiz veya babasız büyümüş,
Sevgiyi hep tek tarafta görmüş.
Sorumluk edinmiş, sevgiyi tek taraftan gördüğü kişiye karşı hep bir borç hissetmiş.
O yüzden her hayatıma, girene karşı aşırı sorumluluk hissediyorum.
Her şeyi düşünüyorum haklı olsam bile, üzülmesin diye susuyorum.
Sonra içimde biriktirip, kendime yaralar oluşturuyorum.
Anlatamıyorum, söyleyemiyorum ve günün sonunda yine en çok ben üzülüyorum.
Hayallerim var.
Umut ettiğim, beklediğim şeyler var.
Her insan için, bir aydınlanma vardır.
O aydınlanma dönemine girdiğimi hissediyorum ve değişmeye çalışıyorum.
Kendime sözler verdim, kırılıyorsam söyleyeceğim, üzülüyorsam söyleyeceğim, ben kendimden başka kimsenin hayatından sorumlu değilim!
Önce ben kendime saygı duyacağım, sonra bana saygı duyana saygı duyacağım.
(Aslında böyle yazınca biraz bencillik gibi algılanıyor sözlerim ama öyle değil)
Kendimi daha çok seveceğim.
Değişmek için hayatımı şekillendirecek, daha çok çalışacağım.
Beni mutsuz eden insanları, hayatımdan çıkarıyorum.
Bir haftalık periyot ta, devamlı sıkıntı çıkaran ve problemli beş müşterimin işlerini yapmayacağımı söyledim.
Artık beni, mutsuz hissettiremeyecekler.
Aslında çok önceden almam gereken ama bir türlü kıyıp yapamadığım, birçok şeyi yapma kararı aldım.
Yaptıkça da hafiflemeye başladım.
Değer vermiyormusun!
Bende vermeyeceğim artık.
Ne güzel bir söz var aslında!
“Ne kadar ekmek o kadar köfte”
Aslında ben bunu yapıyordum,
Değer vermeyene, bende değeri kesiyordum.
Sadece gösterme tarzım farklıydı, artık söyleyeceğim!
Belki hatalarını anlar, verdiğim değerin karşılığını vermeyi öğrenirler.
Geçen çok eski bir arkadaşım bana bir söz söyledi, hepimizin bildiği ama yanlış anladığı bir ata sözü.
“DAVUL BİLE DENGİ DENGİNE ÇALAR”
Bunu her duyduğumuzda, büyüklerimizden öğrendiğimiz şekilde yorumladık.
Para, maddiyat gibi yorumlara girdik,
Öyle değilmiş aslında!
“Arkadaşım bak Berat! davul dengi dengine derken aslında acılarımızın, yaşadıklarımızın benzer olması gibi düşünmemiz gerekliymiş dedi.
Babasıyla annesiyle mutlu veya mutsuz bir ortamda büyüyen bir insan, senin gibi babasız bir evde sorumluluk sahibi ne demek, iki kadının sorumluluğunu almak ve altı yaşından beri bu sorumluk demek bilemez.
Benim gibi üvey anne ile büyümüş, on yedi yaşında evden kovulmuş! olmanın acısını sorumluluğunu bilemez.
Onlar bizim acılarımızı yaşamadılar.
Onlar için ufacık sorunlar, çok büyük sorunlar gibi geliyor.
Ufak yaşta çalışmak zorunda, meslek derdinde olmadılar.
Erken yaşta okullarından ayrılıp, işe gitmediler.
O yüzdendir bu ata sözünü yanlış anlamışız.
Diye açıkladı”
Kendisine çok teşekkür ediyorum.
Benim en azından aydınlanmak için, bir kıvılcıma ihtiyacım vardı.
Bu benim miladım olacak.
Ben ağlayamam, içimde biriktiririm biriktiririm ama ağlayamam.
Annem öldü! Ağlamadım, ağlayamazdım ben büyük çocuğum! kız kardeşim var.
Ben düşersem oda düşer dedim, ayakta kalmam gerekti.
Gözyaşlarım içime aktı ama ben ağlamadım.
Ramazan ın birinci günü defnettik annemi Allah mekanını cennet eylesin.
Bulunduğumuz bölgede cenaze çadırı kuruluyor, normalde 3 gün ramazan dı gelen giden bitmedi.
Yaklaşık yirmi gün iftar verdik Allah kabul etsin (Sadece biz değil eşimiz dostumuzda verdi eksik olmasınlar)
Yirmi gün boyunca, her gün en az otuz kişi nasıl oldu diye sordu anlattım.
Sormaktan vazgeçmediler acılarım dinmedi taze kaldı.
Çadır kalktı annemin evini kapadık, kardeşimin evine geçtik.
Ağlamadım ama o içime attıklarım beni, 42,5 derece ateşle hastanelik etti.
Keşke ağlasaymışım dedim.
Arkadaşım bana bu atasözü nün açılımını yaptığı gün, ağladım!
Aslında benimki ağlamak değildi,
İçim o kadar çok acıyordu anlatamam bu duyguyu size çok faklıydı benim için.
Benimki gecikmiş bir isyandı belki, yaşadıklarıma, inandıklarıma, kendimi hiçe saymama bir isyan.
Çok ağlayamadım!
Ama ağladım azda olsa.
Ve ertesi gün hayatımda ilk kez, herşeyi bilsem bile bazı şeylerin yolunu bilmediğimi anladım.
Bir psikolog ile görüştüm ve randevu aldım, gittiğimde ilk 20 dakika gözlerim çok doldu ama ağlayamadım.
Sonra normale dönmeye başladım.
Seni yargılamadan seni dinleyebilen bir insana kendini anlatmak güzel bişeymiş.
Çok değil ama temel anlatımlar yaptım, ve bu kararı almamı destekleyen kız kardeşime çok teşekkür ediyorum.
Ben hayatımı bir şekilde, yeniden şekillendirmek için bir adım attım.
Aslında çözüm içimizde sadece yolumuzu bulmakta zorlanıyoruz.
Çevremiz ailemiz hep sen aslansın, sen kralsın, yaparsın diyor.
Sonra ne diyor? Boş ver, hadi canım boş ver sende bu neki geçen benim elime diken battı. J
Herkesin derdi kendine büyüktür, bir kanser hastası ile eline diken batan kişinin acısı aynımıdır?
Aynı değil ama diken batanın canı yandı, ona göre büyük bir acı.
Kanser hastası ölümü bekliyor, ona göre onun acısı büyük.
İnsanların karakterleri, kişilikleri, fikirleri, düşünceleri, sevgisi, nefreti, vücut şekilleri değişir.
Önemli olan bu değişimde, sizi siz yapan şeylere bakın ve onlarıda değiştirmeniz gerekiyorsa değiştirin.
Ben hayata yeni bir adım atıp, kendimi değiştireceğim.
Ve bunu başaracağım, çok daha büyük badireler atlattım.
Daha neler yaşayacağım bilmiyorum.
Mutluluk benimde hakkım!
Yine aklıma geldi şimdi, Nadide Hayat filminde güzel bir söz var!
“Bu hayat benim. Yarısını başkaları için yaşadım. Geriye ne kadar ömrüm kaldı bilmiyorum. Belki kırk yıl, belki bir gün. Geriye kalan hayat benim ve ben nasıl istiyorsam öyle geçecek. Ben bu gemiden mutlu ineceğim. – Nadide Hayat”
Yapmadım, yapamadım, demeyeceğim yapacağım başaracağım ve ben bu hayatta kalan ömrümde mutlu olmak istiyorum..
Uzun bir yazı oldu kusura bakmayın, bugün en çok kendimden anlattım.
Söyledim ARTIK KONUŞACAĞIM, ANLATACAĞIM VE KENDİMİ İFADE EDECEĞİM.
Saygı duyanla yoluma devam edeceğim, saygı duymayanla yollarımızı ayıracağım.
Bu güne kadar sevdiğim, değer verdiğim, herkes bana benim verdiğim değeri vermedi ve üstüne benim verdiğim değerin azlığından bahsettiler.
ARTIK UMUDUMUDA HAYALLERİMİDE ÇALAMAYACAKSINIZ..
Artık dediğim gibi
“NE KADAR EKMEK O KADAR KÖFTE”
“YAŞADIKLARIM BENİM SINAVIMDI, BANA O ANLARDA NASIL DAVRANDIĞINIZDA! SİZİN SINAVINIZDI”

